Osmanlı İmparatorluğu Yemen’e doğru genişleyince, Osmanlılar kahveyle tanışmışlardır. 1517 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın Yemen Valisi olan Özdemir Paşa, lezzetine mest olduğu kahveyi İstanbul’a yollamış ve sarayı kahveyle buluşturmuş. Türk kahvesini, sarayın ihtişamlı salonlarında, kırk kişilik kahveci ustaları sultana ikram etmeye başlamış. Haremde cariyelere doğru kahve pişirme kursları verilmiş.
İlk kahve içilebilecek yer yani “kahvehane” 1550 yılında İstanbul’da açılmış ve kısa zamanda kahvehaneler, insanların buluşarak kahve içtikleri, tartıştıkları, fikir alışverişinde bulundukları ve iş konuştukları yerler durumuna gelmiştir.
Kahvenin yolculuğunda bir sonraki adım, Venedikli tacirlerin 1615 yılında, ilk kahve tohumlarını İstanbul’dan Venedik’e getirmeleriyle sağlanmış. Bu şekilde İtalyanlar’ın asla bırakamadıkları kahve istekleri başlamış. Bugün İtalya’da günde otuz sekiz milyon fincan kahve tüketildiği bilinmektedir.
1683’teki Viyana savaşı sırasında, Osmanlılar arkalarında çuvallar dolusu yeşil kahve tohumu bırakmışlar. Viyanalılar ilk zamanlarda bunun deve yemi olduğunu düşünmüşler; ama kuşatma boyunca Türkler’i izleyen gizli askerler, bu tohumların gerçek hikayesini bildikleri için, kısa sürede “Türk içkisi” denilmeye başlanmış. Girişimci bir Polonyalı bu bilgilerle birlikte şehirdeki ilk kahvehaneyi açmıştır.
Kahve içilebilecek yerler kategorisine giren ülkelerin ve bu denli fazla tüketilmesine sebep olan orta doğudur denilebilir.
İçeceğin yayılması ile kahve ağacı yetiştiriciliği hızla gelişmeye başlamış. 17. yüzyılın sonlarına doğru seralarda kahve ağacı yetiştirme denemeleri başarılı olmuş. Bu ağaçlardan biri 1714 yılında Paris’ta XIV. Louis’ye hediye edilmiş. Böylece bu tek ağaç milyonlarca kahve ağacının atası olmuş.
Osmanlıda ilk olarak Tahtakale’de açılan ve tüm şehre hızla yayılan kahvehaneler sayesinde halk kahveyle tanışmış. Günün her saati kitap ve güzel yazıların okunduğu, satranç ve tavlanın oynandığı, şiir ve edebiyat sohbetlerinin yapıldığı kahvehaneler ve kahve kültürü dönemin sosyal hayatına damgasını vurmuş.
Saray mutfağında ve evlerde yerini alan kahve, çok miktarda tüketilmeye başlanmış. Çiğ kahve çekirdekleri tavalarda kavrulduktan sonra dibeklerde dövülerek cezvelerde pişirilmek suretiyle içiliyor ve en itibarlı dostlara büyük bir özenle, süslü fincanlarda ikram ediliyormuş. Kısa sürede, gerek İstanbul’a yolu düşen tüccarlar ve seyyahlar gerekse Osmanlı elçileri sayesinde Türk Kahvesinin lezzeti ve ünü önce Avrupa’yı oradan da tüm dünyayı sarmış.
Zaman içinde Avrupa mutfağına giren ve yepyeni hazırlama metodu ile hazırlanan kahve, güğüm ve cezvelerde pişirilerek “Türk Kahvesi” adını almış. Şimdi ise bildiğiniz üzere çok daha kolay yöntemler mevcut. Modern Türk Kahvesi makineleri ile dakikalar içerisinde kahvenizi zahmetsizce pişirebiliyorsunuz.